He's short of cash / hard-up
Parası yok / darda
She's got cash-flow problems.
Nakit akışı problemleri var.
They were destitute
Aç biilaçtılar.
He's on the bread line
Açlık sınırında
She's in debt / overdrawn / bankrupt
Borçlu / Kart limitini aşmış / İflasta.
He's doing a minimum-wage job
Düşük maaşlı işte çalışıyor
Low-income families
Düşük gelirli aileler
She's on the dole
İşsizlik parası alıyor
Below the poverty line
Fakirlik sınırının altında
Those less fortunate than ourselves
Bizden daha az şanslılar.